29 Ocak 2008 Salı

teknoloji çocukları

Kucuk yaslarda karne hediyesi olarak gelen Atari 2600’lerle basladi kariyerimiz.
    Yaz boyu Joystick sallayarak guclenen bileklerimize, daha sonralari Commodore64’lerimize
    kafa ayari yaparken cok ihtiyacimiz oldu. O kafa ayarlari ki bizlerin de kafasini hep daha yeni,
    hep daha farkli seyler yapmaya ayarladi. Sonralari Amiga 500’leri gorduk.
    Kimileri sabaha dek oyun oynarlarken biz grafik tasarimlar, elektronik muzik denemeleri
    ve basit programlar yazmayi hatta database tutmayi bir birimize sora sora ogrendik.
    Is olsun diye degil sevdigimizi icin yaptik tum bunlari.

    PC’ler simdi muzelik olan islemcileri ile emeklemeyi birakip yurumeye basladiginda
    hemen bir PC  sahibi olan da bizlerdik. Internet gelmeden cok daha oncelerde,
    elden ele dolasan disketler buyuklugunde bir network’umuz vardi bizim.
    Ama Turkiye’de ilk 56k’lik modemleriyle dahil oldugumuz bu yeni ucsuz bucaksiz beynelsebeke,
    ayagimizi yerden kesti. Sonunda; O cesur yeni dunyaya, internete adim attik.
    Bu dunya GSM teknolojisi ve yeni nesil cep telefonlariyla cebimize kadar girdi. Bizim zamanimiz gelmisti...

    Ebeveynlerimiz "Hadi git ders calis." diyerek Atari’mizi saklamaya calissalar da,
    biz kara kutularimizi onlar evde yokken bulan yaramaz cocuklar olduk.
    Yepyeni bir gelecekte, insan iliskilerinde, pazarlama stratejilerinde,
    tasarimda yeni ufuklar acacak bu dunyada yerimizi kapmanin telasindaydik.
    Iste bu cocukluk hastaligi sayesinde bu gun internet ve mobil pazarlama konusunda
    yaratici ve etkili projeler ureten, genc ama tecrubeli insanlardan olusan bir ekibimiz var.
    Cocukluk hayallerimize, bilgi ve profesyonel deneyim kattik,
    her gun genisleyen bu sanal evrende biz de on siralarda yerimizi aldik.

    Dedik ya, kafamizi cok kucuk yasta ayarlamistik…

23 Ocak 2008 Çarşamba

PULP FICTION - UCUZ ROMAN

pulp_fictionH AYATIMIN FİLMİ, SİNEMAYA OLAN TÜM ALAKAMIN BAŞLANGICI,  20 KEREDEN FAZLA İZLEDİĞİM MUCİZE...

Ucuz Roman, Quentin Tarantino tarafından yönetilmiş, Roger Avary ile birlikte senaryosu yazılmış, 1994 yapımı, kült kabul edilen bir filmdir. Ucuz Roman, En İyi Film dahil 7 dalda Oscar'a aday gösterilmiş ve En İyi Orijinal Senaryo Oscarı'nı almıştır. Aynı zamanda 1994 Cannes Film Festivali'nde en iyi film ödülü olan Altın Palmiye Ödülü'nün sahibidir. IMDB tüm zamanların en iyi filmleri sıralamasında 5. sıradadır.


Filmdeki Açıklanmayan Ayrıntılar ve Tarantino Bilmeceleri:


Filmde kimi açıklanmayan doğaüstü konular mevcut ve bunlar için birçok senaryo yazılmış filmin fanları tarafından. Herkesin büyük hayranlıkla baktığı çantanın içinde ne olduğu hala daha belli değil. En büyük olasılık Marcellus’un ruhu olduğu yönünde. Bir mitolojiye göre, şeytan ruhunu satın aldığı kişilerin ruhunu ensesinden çekiyor. (dikkat ettiyseniz Marcellus un ensesindeki yara bandının buna işaret olduğu söyleniyor. Çantanın şifresinin de 666 olması bu fikri güçlendiriyor. Ama işi biraz geyiğe vuranlar çantanın içinde Rezervuar Köpekleri’nde çalınan elmasların olduğunu söylüyorlar.


Çantanın içinde Wallace’ın ruhunun olduğu tezini doğrulamak için Jules ve Vincent’in Brat’i öldürürken ortaya çıkan ışığın onun ruhu olduğunu ileri sürülmüş. Ancak bu bazılarına göre yanlış bir yorum. Açıklaması: Bu muhteşEm ikilinin aynı odada öldürdüğü diğer iki adamda ve Vincent’in kazara zenciyi vurduğu sahnede böyle bir ışık söz konusu değil. Bahsi geçen o ışık sadece Jules’un ateş ettiğini gösteren kamera açısından Vincent’in de aynı anda ateş ettiğini göstermek için değiştirilen ve sonra hemen tekrar Jules'a dönen görüntülerin arasını doldurmaktan başka bir fonksiyonu olmayan güzel bir sinemasal geçişten başka bir şey değil.
Ayrıca Tarantino bir röportajında bahsi geçen tezi düşünerekten filmi çekmediğini açıkladı. Ama elbette çantada ne olduğunun seyircinin doldurması gereken bir muamma olması amacıyla çantaya ışık koyduğunu kabul etti. Ama bu tezin Tarantino tarafından önceden düşünülmediğini kanıtlayan başka bir olaysa Marcellus’un ensesindeki yara bandının film çekimleri esnasında bir yarayı kapatmak için oyuncu tarafından kullanıldığı ve Tarantino’nun da hoş gözüküyor diye bunu çıkarttırmadığı biliniyor.


Kurşunların durması ya da Vincent ve Jules’a değmeden geçmesini şu şekilde açıklıyorlar. Tanrı Vincent ve Jules’a ikinci bir şans veriyor filmde Jules’ın da dediği gibi. Şans vermesinin sebebi ise bu işi bırakmaları isteniyor(Tanrı istiyor).(bunu da yine filmde Jules söylüyor)Bu olaydan çok etkilenen ve inanan Jules işi bırakıyor ama Vincent pek üzerinde durmuyor bu olayın. Filmin ortalarında ise(aslında sonunda) Vincent ölüyor hem de şans eseri. Ama Jules hayatta kalıyor. Bunu da filmin fanatikleri Vincent’ın tanrının sözünü dinlememesiyle bağdaştırıyorlar.


Filmde Tarantino’nun gerçekten önceden düşünüp tasarlayıp filme koyduğu son derece zeka kokan birkaç numara:


- Filmin başında Pumpkin garsondan kahve isterken fincanı sol eliyle kaldırırken,son bölümde sağ eliyle kaldırıyor. - Pumpkin ve Honey Bunny soygun yapmaya karar verdikten sonra Honey Bunny elindeki silahı tek eliyle tutuyor,filmin sonunda tekrarındaysa iki eliyle birlikte tuttuğu görülüyor. - Filmi izlerken pek çoğumuzun (dublaj nedeniyle veyahut buna sinemada altyazı yazılmadığı için) farkedemediği bir gelişmede (sıkı durun): aslında Vincent ve Mia’nın Jack Rabbit Slim's deki dans yarışması ödülünü kazanmamış olmaları. Zira Butch filmde kendi apartına yavaş ve dikkatlice yaklaşırken bir radyo yayınının kısık sesi duyulur. Ve duyulan yayında bir haber geçilir: 'Jack Rabbit Slim's de kavga çıktı ve bir adamla bir kadın dans yarışması ödülünü çaldı.' Gördüğünüz gibi sen filmi defalarca izle ve her seferinde Tarantino seni kandırmayı başarsın. - Başka bir radyo yayını numarası da filmin hemen başında yer alıyor. Vincent ve Jules 3 kişiyi öldürecekleri odanın önüne gelene kadar ilerledikleri uzun (adeta bir labirent) koridorda duyulan bir radyo haberinde de şu geçilir: Butch ve ....'nın box maçı...... - Ayrıca Vincent ve Mia Jack Rabbit Slim's e girdiklerinde Vincent etrafta göz gezdirir ve gözüne koşulan bir oyuncak araba yarışı çarpar. Eğer dikkatli bakarsanız arabaların renkleri mavi, beyaz, pembe, turuncu, sarı ve kahverengi. Yani iyi bir Tarantino takipçisine şu an bu cümleyi ben bitirmeden çoktan vay be dedirten olay: Bu renkler “Reservoir Dogs” taki esas adAmlarımızın kendilerine takmak için rumuz olarak seçtikleri renk isimleri. Ayrıca aynı numarayı Kill Bill’de de yaptı Tarantino. Gelin, Hattori Hanzo’nun sushi barının üst katında kılıç koleksiyonuna bakarken kılıçların renklerine dikkat

Pulp Fiction’un Ayrıntıları:

Filmin adına kaynaklık eden olay; 1940’larda Amerika’da ucuza satılan çizgi romanlar temsil ediyordu.
İnsanı asla sıkmayan adeta geyik muhabbetinin nasıl yapılabileceğinin talimatnamesi niteliğini taşıyan diyalogları, her biri insanı derinden vuran müzik parçaları, muhteşm üçlü kurgusu ve tabi ki entellektüel gangsterleri ile bir o kadar aptal karakterleri(Butch- “bora bora” muhabbeti bunu kanıtlıyor zira bora boraca diye bir dil yoktur, orada Fransızca konuşuluyor dolayısıyla sevgilisi Fransız kökenli olduğuna göre böyle bir yabancı dil öğrenme çabasına girmesine gerek yok. Ayrıca “bora bora”ya alternatif olarak bahsi geçen Tahiti zaten “bora bora”nın içinde bulunduğu ada, yani aynı yer.


Quentine Tarantino başta hangi rolü seçeceğinde kararsız kalmış: Jimmy ve Lance. En sonunda Mia’nın yüksek doz sahnesinde kamera arkasında olmak istediği için Jimmy de karar kılmış.


"Honey Bunny" ve "Pumpkin" in olduğu bölümler Amanda Plummer ve Tim Roth için özellikle yazılmış.


Q.T Jules karakterini afro saçlı olarak düşünmüştü. Ama ekipten biri hem afro h.m de kıvırcık peruk getirmiş ve Jules kıvırcık saçı denediğinde Q.T’nin hoşuna gitmiş ve bunda karar kılınmış.


Kaptan Koons’un küçük Butch’u ziyaretinde, bahsi geçen saati taşıyan havacı "Wynocki" Howard Hawks’ın Air Force (1943) filmindeki “John Garfield”ın oynadığı karakterin ismi ile aynı. Hawks Q.T’nin en sevdiği yönetmenlerden.


Yapımcı Danny De Vito “Twins”de (1988) rol almıştı ve buradaki iki kardeşin ismi Juluis ve Vincent idi.


Big Kahuna Burger daha önce From Dusk Till Down da yenmişti ve ilk olarak da Reservoir Dogs’da gözükmüştü.


Butch’un içtiği sigara olan Red Apple aynı zamanda Four Rooms’da Tim Roth tarafından içiliyor.


Fabienne’nin söylediği "Any time of day is a good time for pie" repliği aynı zamanda Quentin Tarantino tarafından yazılan True Romance’da Alabama tarafından söyleniyor


Filmde Tarantino'nun oynadığı bölümü Robert Rodriguez yönetmiş.
Jules'ün üzerinde “Bad Mother Fucker” yazılı cüzdanı Q.T ye ait.


John Trvolta’nın karakteri Vincent Vega Reservoir Dogs’daki Vic Vega'nın (Mr. Blonde) kardeşi.


Küçük Butch’un TV de izlediği şov Clutch Cargo (1959)


Vincent’ın 1964 Chevelle Malibusu gerçek hayatta Quentin Tarantino’nun kendi arabasıydı ve çekimler sırasında çalındı.


Açılıştaki Honey Bunny ve Pumpkin sekansında Jules’un "Life" konuşması duyuluyor.


Vincent’ın her tuvalete gidişinde kötü bir şeyler oluyor.


Filmin başında Honey Bunny ve Pumpkin soygun hakkında konuşurken arkadan geçen Vincent’i görüyoruz.


Lawrence Bender, filmin yapımcısı, kafede uzun saçlı gençlerden biri olarak gözüküyor.


Steve Buscemi Jack Rabbit Slim's de garson Buddy olarak gözüküyor. Diğer yandan Reservoir Dogs da Mr.Pink olarak garsonlara bahşiş vermeyi reddediyordu.


Vincet ve Mia ‘Jack Rabbit Slims’de otururken Mia “Red Apple” sigarası çıkarıyor..


Taksi şoförü Esmeralda Villalobos (Angela Jones) Curdled (1991) adlı 30 dakikalık bir kısa filmde cinayetlerden sonra kalanları temizleyen bir karakteri oynamıştı. Bu onda öldürmenin nasıl bir şey olduğu merakını uyandırıyordu. Tarantino bu filmi gördü ve bu karakteri filme katmaya karar verdi.


Fuck sözcüğü 276 kere kullanılır.


Butch karakteri için Sylvester Stallone düşünülüyordu.


Vincent Vega rolü Reservoir Dogs’da Vic Vegayı canlandıran Michael Madsen için yazılmıştı. Ancak Madsen başka bir filmin çekimlerinde olduğu için oynayamadı.


Tarantino Wolf karakterini Harvey Keitel için yazmış.


Filmin Afişi de filmi tam olarak açıklamaktadır:


- Afişin sol üst köşesindeki 10 kuruş, Uma Thurman'ın elinin altındaki Pulp Ficton kitabı ve sigara


Uma Thurman'ın ucuz bir kadın olarak önünde duran kitaplarla birlikte diğer elinde tuttuğu sigarası filmin hikayesini tam olarak bütünlemektedir.


- Uma Thurman'ın ayakları da kareye girmiştir.


İlk senaryoya göre Vincent'ın Marvin’i iki kez vurması gerekiyordu . İlki kaza sonucu boğazından ikincisi ise acıdan kurtarmak için. Tarantino daha eğlenceli olacağını düşündüğü için bunu tek bir atış olarak değiştirdi .


Almanya’da filmin DVD si 2 euro´ya satılıyor, yani bir nevi Pulp Fiction romanlar gibi.


Ayrıca film kronolojik olay akışı sırasıyla Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde gösterilmiştir.


Tarantino ve ekürisinin filmlerinde rastlayabileceğimiz, bizzat kendisinin uydurduğu markalar:


Red Apple sigaraları, Big Kahuna hamburgerleri.


Jules ve Vincent asansörden çıktıktan sonra ayak masajı tartışması sırasında tüm koridor boyunca yürürler, Brett'in kapısına oradan pencereye ve tekrar Brett’in kapısına giderler. Tüm bu sahneler tek bir çekimde gerçekleştirildi.


Butch un Zed'e samuray kılıcını tutarak söylediği replik:


"You want that gun, don't you Zed? Go ahead and pik it up. I want you to pik it up." Tarantino'nun favorilerinden biri olan Rio Bravo (1959) filminde John Wayne'in canlandırdığı Sheriff Chance karakteri tarafından da söyleniyor.


Vincent ve Jules´un vurdukları gençler aslında Amerika’daki ideal iyi çocuk tipleri (saç şekilleri, konuşmaları yani suçlu tipler değiller??). Koleje giden, suçla alakaları olmayan iyi aile çocukları. Yani serseri tipler yerine böyle tipler kullanılması filmin ilginçlikleri arasında. Çantanın bu kişilere nasıl geldiği, ya da Marcellus ile ne gibi bir ilişkileri olduğu da ayrı bir merak konusu tabi??


Mia ve Vincent birbirlerini şöyle çağırırlar:


John Travolta "Urban Cowboy" adlı filmde bir kovboyu, Uma Thurman da "Even Cowgirls Get the Blues" adlı filmde hayata otostopçu olarak başlayan ve bir bölümünde kovboyluk yapan bir kadını canlandırmıştır. Bu eski rollere binaen birbirlerini böyle çağırırlar.


Filmin başlangıç aşamasında düşünülmüş (hatta anlaşılan bazıları çekilmiş) fakat filme konulmamış bazı sekanslar ve tabi dolayısıyla diyaloglar var. Bunlar:


- Mia, Vincent'a Jack Rabbit Slim's e girerken”...senin gibi bir Elvis adamının seveceği bir yer...” diyor. Ve bu cümle bu haliyle havada kalıyor. Zira Mia bu sahnenin öncesinde ( mantıken öyle olmalı)Vincent’e dünyadaki insanların Elvis ve Beatles insanları olarak ikiye ayrıldıklarını iddia eden ve bunarın özelliklerinden bahseden bir manifesto çekiyor.


- Yine eğer hatırlarsanız Mia Vincent’in Amsterdam’dan yeni döndüğünü bilerek ona her sene kendisinin bir aylığına Amsterdam!a gittiğinden bahsediyor. Sonrasında bu muhabbet filmde yarıda kalıyor ama gerçekte bu Amsterdam muhabbeti ilerliyor olacak ki Vincent Amsterdam’da takıldığı hash bar da ki resimde bulunan cow girlün Mia olduğunu farkediyor.


- Filmin sonunda yer alan restoran sahnesinde Jules, Pumpkin ile Honey Bunny soyguna kalkıştıklarında ve Pumpkin Jules’a yaklaştığında Jules onu masanın altındaki silahıyla öldürüyor sonra Honey Bunny’i vuruyor ve bu esnada Honey Bunny’nin yere düşen silahı da restorandaki uzun saçlı hippi kılıklılardan birini kazara vuruyor. Yani kısaca tam bir keşmekeş oluyor ama hemen akabinde Tarantino bunun aslında, diğer ikili restoranı soyarken Jules’un aklından geçirdikleri yani hayali olduğu gösteriyor ve film bizim bildiğimiz seyriyle devam edip b.tiyor.


Tarantino'nun popüler kültürden (bazen kendi döneminin kültleri ve özel ilgi alanları da işe karışıyor. Sadece "popüler" demek doğru olmaz.) beslenen belirli temaları var:


Sonny Chiba buna bir örnek. Chiba'nın ismi daha önce ki filmlerinde de geçiyor. Onlarda Kill Bill'e gönderme mi yani. Chiba'yı seviyor ve bunu birçok kez kullandı. Büyük ihtimalle bir sonraki filminde bir daha kullanacak. Sevdiği temalar, karakterler, olgular (Mia'nın dizisi) arasında gezinmeyi seviyor ve bu açıdan istikrarlı bir "tekrar" mevcut. Sadece her yeni filminde (çok var zaten ) ufak bir "ön plana çıkarmak". Hepsi bu.


Jules Ezeikel'i okuduğu ve ardından silah seslerinin duyulduğu bölüme dikkat:


Jules: ........ve senden intikam almaya geldiğimde adımın tanrı olduğunu anlayacaksın... bang bang bang bang bang bang bang bang Evet, Jules ve Vincent tamı tamına 9 kurşun atmışlardı ve Jules'un belirttiği üzere ondan intikmlarını alırken ona tanrının rakamı olan 9 kadar kuşun sıkarak adlarının tanrı olduğunu ona göstermişlerdi


Bazılarına göre başka filmlerden çalındığı, bazılarına göre ise gönderme olan sahneler:


- Winston Wolf karakteri, Nikita'daki Victor karakterini acayip hatırlatıyor.


- Vincent ve Mia’nın dans ettikleri sahnenin, Godard’ın bande à part filminden ve Butch’un, Vincent’ı öldürdükten sonra sokakta Marsellus ile karşılaştığı sahnenin de, Psycho’da, Janet’in, patronuyla karşılaştığı sahneden çalındığı gibi iddialar var. Filmde daha birçok gönderme ve arak sahne olduğu da söyleniyor. Mesela içindekilerin seyirciye gösterilmediği ve açıldığında parlayan çanta, Robert Aldrich’in ünlü film-noir’ı Kiss me Deadly ’de de varmış. Ayrıca uma Thurman’ın oynadığı Mia karakteri de, saçı ve makyajıyla Godard’ın ilk aşkı ve filmlerinin yıldızı Anna Karina’ya benzemekte.

- Film başında Pulp'ın Amerikan Erotik Sözlüğü anlamını veriyor. Hitchcock'un Sabotaj filminin başında da sabotajın sözlük anlamı veriliyordu.


Vincent her tuvalete gittiğinde kötü bir şey olur, bunlar:


- Honey Bunny ve Pumpkin kafeyi soymaya giriştiklerinde eleman tuvalette "Modesty Blaise" adlı kitabı okumaktadır. Ölmeden önce Butch'un tuvaletinde de aynı kitap elindedir. burada olan kötü şey ise ölmektir. Tarantino burada çantanın içindekilerden daha gizli mesajlar vermektedir.


- Yemek dönüşü Mia’nın evinde de tuvalete gider. Çıktığındaysa kızı komada bulur...


Vincent'in Mia'nın göğsüne sapladığı iğne sahnesinin çekimi ise ilginç: Vincent iğneyi Mia'nın göğsünden çeker gibi yapmış ve ters oynatılarak saplama efekti verilmiştir. Dikkatli seyredilirse arkadaki karakterlerin yaşlanmayıp gençleştikleri görülür. Ama baya dikkat etmek lazım
Kimi Kim öldürdü?


- Jules ve Vincent çantayı almak için gittikleri evde üç kişiyi öldürürler. Kanepede yatan oğlana sadece Jules ateş ederken, diğerlerini birlikte vururlar. - Vincent arabada kazayla Marvin i vurur. - Butch ise Vincent’ı, maç yaptığı boxsorü ve rehin dükkanındaki elemanı öldürür


Film Hatası:

yoktur  (Jules Ezeikel'i okuduğu ve ardından silah seslerinin duyulduğu bölümde duvarda ki kurşun izleri önceden de vardı ama bu bir film hatası demek zor böyle bir filmde)


Quentin Tarantino’nun diğer filmi Reservoir Dogs ile benzerlikler:


- “Reservoir Dogs’da "garsonlara bahşiş vermem arkadaş!" babında uzuun bir monolog attıran Steve Buscemi bu filmde garson rolündedir... - Her iki filminde de açılış sahnesinde benzer türde mekan seçilmiştir.


- Samuel L. Jackson, Reservoir Dogs’da Mr. Orange karakterini oynamak istemişti ancak Tim Roth’a verildi rol . Fakat Q.T Jackson’ı çok beğendiği için Jules karakterini Jackson için yazdı.


- Rezervuar Köpekleri'nde rehin alınan polis memurunu bagajdan çıkardıkları ve Pulp Fiction'da Jules ve Vincent'in bagajdan silah aldıkları sahnede karakterleri bagajın içindeki kameradan görüyoruz.


Pulp Fiction ile Kill Bill'deki benzer sahneler:


- Pulp Fiction'da Vincent'in Mia'nın göğsüne iğne sapladıktan sonra Mia'nın acı içinde hızlı bir şekilde doğrulması ve kendine gelmesi ile Kill Bill vol. 1'deki hastane sahnesinde gelin'in hasta yatağında yatarken kolunu sinek ısırması ile bir anda acı içinde doğrulması ve kendine gelmesi. Uma Thurman'ın çıplak ayakları, eliyle hayali dikdörtgen çizmesi

22 Ocak 2008 Salı

C.R.A.Z.Y.

C.R.A.Z.Y.

IMDB (8.1)

yönetmen: Jean-Marc Vallée

Kanada'nın "Babam ve Oğlum" tarzında bir film sayılabilecek 5 erkek kardeşten 4.sü ile babası arasında ki ilişkileri 20 seneye yayılmış olarak anlatan hem duygusal hem eğlenceli bir öykü.. C.R.A.Z.Y. Kanada'nın son 10 yıllık sinema tarihinde önemli filmlerden biri ve Kanada'da toplamadığı ödül kalmadı.

Film ayrıca 2005 Toronto Film Festivali'nde de en iyi Kanada Filmi ödülünü kazandı. Filmin konusuna girmeden biraz daha genel olarak konuşursak film içerisinde ki müzikler, makyajlar ve kıyafetler 60'lardan 80'lere geçişi o kadar güzel yansıtıyor ki aklınız asla karakterlerin yaşlanmasına ya da değişmesine takılmıyor. Filmin ismi ise senaryo içerisinde önemli bir yere sahip Crazy isimli özel plaktan geliyor.

Konuya baktığımızda ise evin dördüncü erkek çocuğu olan Zach'ın eşcinsel eğilimi üzerine durarak her biri birbirinden beter kardeşleriyle olan ilişkisini anatıyor. Zach doğduğu esnada ölüm tehlikesi geçirmesi ve saçının arkasında ki bir izden dolayı annesi tarafından seçilmiş insan ilan edilmiş ve bu ona farklı yaklaşılmasına sebeb olmuştur. Belli bir süre sonra kiliseden soğuyan Zach gönderildiği askeri kampta dayak yerken düşürdüğü haçlı kolyesi ile tüm inancını kaybetmiş ve artık kendisini bir ateist olarak görmektedir. Din konusunda bir karara varan Zach cinsellik konusunda ise hala kararsızdır. Babasını çok sevmesi onun istediği birisi gibi olmaksa da hayali baskı bunu daha da zorlaştırmıştır. Kısacası Zach kardeşleri ve ailesi içerisinde yönlendirilmiş bir çocuğu oynamakta ve sonuca Kudüs'e bile giderek ulaşmaya çalışmaktadır.

Pink Floyd ve Rolling Stones gibi efsanelerin şarkılarının yer aldığı bu çok etkileyici filmi herkesin izlemesini tavsiye ederim.

80. Oscar Ödülleri Adayları

80. Akademi Ödülleri yazarlar grevi nedeniyle tehlikede. Ünlü yıldızların yazarlara destek verip töreni protesto etmeleri halinde tören iptal edilecek bu ünlüleri başında ise George Clooney ve Keira Kneightley’nin adı geçiyor.

En İyi Yabancı dalında ise malesef "Yaşamın Kıyısında" ve "Takva" gibi bir çok ödül almış filmimiz yer almıyor.

Ödüllere aday gösterilen filmlerden öne çıkanlar ise "No Country For Old Men", "There Will Be Blood", "Atonement" ve "Michael Clayton".

Aday listesi ise şu şekilde ( *ödül alacağımı düşündüğüm adaylar, +benim favorilerim):

EN İYİ FİLM
Atonement
Juno
No Country For Old Men *+
Michael Clayton
There Will Be Blood


EN İYİ YÖNETMEN
Paul Thomas Anderson,(There Will Be Blood)
Ethan Coen ve Joel Coen (No Country for Old Men)*+
Tony Gilroy (Michael Clayton)
Jason Reitman (Juno)
Julian Schnabel (The Diving Bell and the Butterfly)


EN İYİ ERKEK OYUNCU
George Clooney ( Michael Clayton )
Daniel Day Lewis ( There Will Be Blood )*
Johnny Depp ( Sweeney Todd.. )+
Tommy Lee Jones (In the Valley of Elah)
Viggo Mortensen ( Eastern Promises)

EN İYİ KADIN OYUNCU
Julie Christie ( Away From Her )*
Marion Cotillard ( La Vie En Rose )
Ellen Page ( Juno )
Cate Blanchett (Elizabeth: The Golden Age)+
Laura Linney (The Savages)

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU
Casey Affleck (The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford)
Javier Bardem (No Country for Old Men)*
Philip Seymour Hoffman (Charlie Wilson’s War)
Hal Holbrook (Into the Wild)
Tom Wilkinson (Michael Clayton)+

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU
Blanchett (I’m Not There)
Ruby Dee (American Gangster)
Saoirse Ronan (Atonement)
Amy Ryan (Gone Baby Gone)*
Tilda Swinton (Michael Clayton)

EN İYİ ANİMASYON
Perspepolis+
Ratatouille*
Surf’s Up

YABANCI DİLDE EN İYİ FİLM
Beaufort - İsrail
The Counterfeiters - Avusturya*
Katyn - Polonya
12 - Rusya
Mongol - Kazakistan+

Bir önce ki yazımda bahsettiğim gibi American Gangster hiç bir ana ödüle layık görülmemiştir.

Daha detaylı olarak ise:

En İyi Film
Atonement
Juno
Michael Clayton
No Country For Old Men
There Wil Be Blood


En İyi Yönetmen
The Diving Bell and the Butterfly-Julian Schnabel
No Country For Old Men-Joel Coen-Ethan Coen
Juno -Jason Reitman
Michael Clayton- Tony Gilroy
There Will Be Blood-Paul Thomas Anderson


En İyi Orijinal Senaryo
Juno
Michael Clayton
Savages
Lars and The Real Girl
Ratatouille


En İyi Uyarlama Senaryo
Atonement
No Country For Old Men
There Wil Be Blood
Away From Her
The Diving Bell and the Butterfly


En İyi Görüntü Yönetmeni
The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford
The Diving Bell and the Butterfly
Atonement
No Country For Old Men
There Wil Be Blood



En İyi Bayan Oyuncu
Ellen Page-Juno
Julie Christie-Away from Her
Marion Cotillard -La Vie en Rose
Cate Blanchett -Elizabeth: Golden Age
Lauro Linney-The Savages



En İyi Erkek Oyuncu
George Clooney- Michael Clayton
Daniel-Day Lewis-There Will Be Blood
Johhny Depp -Sweeney Todd
Tommy Le Jones -In the Valley of Elah
Viggo Mortensen -Eastern Promises


En İyi Yardımcı Bayan Oyuncu
Cate Blanchett-I'm Not There
Ruby Dee-American Gangster
Saoırse Ronan-Atonement
Amy Ryan-Gone Baby Gone
Tilda Swinton-Michael Clayton


En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Javier Bardem-No Country For Old Men
Casey Affleck-The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford
Philip Seymour Hoffman -Charlie Wilson's War
Hal Holbrook-Into the Wild
Tom Wilkinson-Michael Clayton


En İyi Yabancı Dilde Film
Katyn
12
Beaufort
The Counterfeiters
Mongol


En İyi Animasyon
Persepolis
Ratatouille
Surf's Up


En İyi Belgesel
Sicko
No End In Sight
Operation Homecoming: Writing the Wartime Experience
Taxi To The Dark Side
War/Dance


En İyi Sanat Yönetmeni
American Gangster
Atonement
The Golden Compass
Sweeney Todd
Thre Will Be Blood


En İyi Kostüm Tasarımı
Across The Universe
Atonement
Elizabeth:Golden Age
La Vie En Rose
Sweeney Todd


En İyi Kurgu
Bourne
Into The Wild
No Country For Old Men
There Will Be Blood
The Diving Bell and the Butterfly


En İyi Makyaj
La Vie En Rose
Norbit
Pirates of the Caribbean: At World's End


En İyi Ses Kurgusu
Bourne
No Country For Old Men
There Wil Be Blood
Transformers
Ratatouille


En İyi Ses Mikyajı
Bourne
No Country For Old Men
3:15 To Yumo
Transformers
Ratatouille


En İyi Görsel Efekt
The Golden Compass
Transformers
Pirates of the Caribbean: At World's End

En İyi Film bestesi
Atonement
The Kite Runner
Michael Clayton
Ratatouille
3:15 To Yumo

American Gangster

Hannibal, Kingdom of a Heaven ve Gladiator gibi ünlü filmlerin yönetmeni Ridley Scoot' un yeni filmi American Gangster acaba bekleneni veriyor mu?

Filme baktığımızda iyi bir yönetmen tarafından çekilmiş olması, iyi bir konuya sahip olması, imdb'de 8.2 puanla top 250 de 160. olması filmi insana etkileyici göstersede film sevdiğimiz İtalyan Mafyası filmlerinin zenci versiyonundan başka birşey değil.

Film sanki bir sentezmiş gibi son dönemin iyi-kötü polis ilişkisine ve bahsettiğim İtalyan Mafyası filmine benziyor. Filmin gerçek bir hayattan alıntı olması biras daha koparsa da bu ihtimalden filmi izledikçe birşeylerin tekrar ettiği hissine kapılıyorsunuz.

Denzel Washington ve Russel Crowe gibi iki ünlü aktörü barındıran filmde karakterler arası bir dengesizlik var. Heat filminde Al pacino ve Robert De Niro arasında güzel sıkı bir denge vardı. Burda ise baskın bir mafya var polise karşı. Denzel Washington etkileyici bir şekilde iyi aile çocuğu ve şehit tabutlarının içine eroin koyucak kadar adi olabilirken. İyi polisimizin sorunları parkta ki çocuklara bağırması onun zor şartlar altında sıkıntılı bir dönem yaşadığına değil daha çok kalitesiz bir adam olduğunu vurgulamış. Zaten en başta da en sonda da Russel Crowe ne kadar kaliteli bir oyuncu olsada senaryoya sıkışmış.

Filmde sanki bir Godfather havasında geçen sahneler yer alışı örneğin kestiği raconlar ve en sonda kilisede yakalanışı nedense hep bi tekrar havasında. Filmin Gotfather tarafı pek tatmin etmezken Heat tarafında ise hiçbir aksiyon görememek filmi bitiriyor.

Belki izlenebilinecek bir filmdir American Gangster ama böyle oyuncuların olduğu ve böyle bir yönetmen tarafından çekilmiş filmi izlemeyin çünkü asla tatmin olamayacaksınız.


Satranç Oynayan Türk Otomatı

İngiltere Google'nda "Türk" diye arama yapınca karşınıza "Turk" satranç otomatı çıkıyor. Otomat bir masada oturan bıyıklı bir osmanlı erkeğini satranç oynatıyor ve birçok kişiyi de yenmiş üstelik bu otomat.

İsminin neden "Turk" olunduğuna gelinirse biraz araştırılınca dönemin (1700'lü yıllar) durumu itibarı ile Osmanlı'nın Avrupa'da ki üstünlüğü ile Türkler'e olan merak ve ilgi denilebilir.

Acaba günümüzde Avrupa da herhangi birşeye "Turk" ismini koyarlar mı?

Detaylı bilgi için;

Satranç Oynayan Türk Otomatı - Vikipedi

Basil Zaharoff

Basil Zaharoff ünlü silah tüccarı ya da diğer bir deyişle ölüm taciri..

Basil Zaharoff'u bizim için önemli kılan ise bir Osmanlı vatandaşı olması.

Soner Yalçın'ın yazdığı mükemmel makaleyi aynen iletiyorum sizlere ve şiddetle okumanızı öneriyorum.

Dünyanın en büyük silah tüccarı ticarete İstanbul genelevinde atıldıSoner YALÇIN Irak’taki 40 milyar dolarlık esrarengiz silah ticaretine bir Türk’ün de adı karıştı: Ahmet Ersavcı. Kayıp işadamı Ersavcı, bugüne kadar uluslararası karanlık ilişkilere adı karışan tek Türk değil. Bunların en ünlüsü Muğla doğumlu bir Osmanlı vatandaşıydı! İngiltere’nin "Sir" unvanı verdiği; Fransa’nın Legion d’Honneur nişanı taktığı; Oxford ve Sorbonne üniversitelerinde edebiyat kürsüleri açtıran; Balzac Edebiyat Ödülü’nü kuran "ölüm taciri" Basil Zaharoff, ticaret hayatına İstanbul’da genelevde başladı.27 Kasım 1936.Paris yakınlarındaki Balincourt Şatosu. Şömineli odanın her yanına savrulmuş binlerce káğıt belge vardı. Belgelerin çoğunluğu Monaco-Monte Carlo’daki kumarhanesinin evrakıydı. Son işi olan kumarhaneyi rekor fiyatla satıp şatosuna sığınmıştı. Başbakanlarını elinde oynatan 87 yaşındaki bu yaşlı adam, artık dış dünyayla teması kesmişti. Zaten, onca yılın yorgunluğunu bacakları da taşıyamaz hale gelmişti; tekerlekli sandalyeye mahkûmdu.Odaya saçılmış belgeler arasında, silah ticaretinden petrol pazarlıklarına kadar, kirli ilişkilerini ortaya çıkaracak deliller vardı. Belgeleri şömineye atıp yakmaya başladı. Sahip olduğu bilgiden korkuyordu...Çünkü:Birkaç ay önce Londra ve Paris gazetelerinde "Hatıralarını yazıyor" diye haberler çıkmıştı. Bu haberler bir dönem sıkı ilişki içinde olduğu devletleri ürkütmüştü.Gazete haberlerinden birkaç gün sonra hizmetçisi bazı evrakla sırra kadem basmıştı. İki gün sonra Paris polisi, hizmetçiyi evrakı bir yabancıya satarken yakalamıştı. "Yabancı" önemsiz biriydi! "Hizmetçi" de salıverildi. Mesajı almıştı. Kitap yazması istenmiyordu.MUĞLA DOĞUMLU6 Ekim 1849.Babasıyla aynı adı taşıyan Basil Zaharoff, Muğla’da dünyaya geldi. Aslen İstanbulluydular. 19. yüzyıl başlarındaki Yunan ayaklanmalarının İstanbul’da başlarına bela açacağını düşünüp Odesa’ya göç etmişlerdi. Burada isimlerini değiştirip Rus adı almışlardı:"Basileios Zacharias", "Vasil Zaharoff" oluvermişti! "Vasil" zamanla "Basil" olacaktı.Zaharoff Ailesi’nin bu zorunlu göçleri ve aldıkları isimler dolayısıyla Yahudi oldukları konusunda iddialar vardır. Ne kadar doğrudur bilinmez ama baba Basil Zaharoff’un mezarı İstanbul-Büyükada’daki Fener Rum Patrikhanesi’ne ait mezarlıktadır.Odesa’ya zorunlu göçten sonra Zaharofflar, 1840 yılında İstanbul’a geri döndü. Oğulları Basil Zaharoff dünyaya geldiğinde ise yeni ikametgáh adresleri Muğla’ydı. Basil Zaharoff, ailesiyle birlikte 6 yaşına kadar Muğla’da yaşadı. Sonraki adres, yine İstanbul oldu. Fener-Balat’a yerleştiler. Niye bu kadar sık göç ettikleri konusunda sağlıklı bilgi yoktu.Zaharoff, İstanbul’da bir misyoner İngiliz okuluna verildi. Ailenin tek çocuğuydu. Geçim yükünü küçük yaşta omuzladı. Hem okula gitti, hem çalıştı.Paul Brancafort, Alain Decaux ve Von Christian gibi Zaharoff’un biyografisini kaleme alan yazarlara göre, Tatavla/Kurtuluş’taki Rum genelevlerinde çığırtkanlık yaptı. İngilizce bildiği için özellikle yabancı gemicilerin geneleve gitmesine yardımcı oldu. Bu fuhuş hizmeti karşılığında, adam başı 10 kuruş aldı.Galata’da kumaş tüccarı dayısı Sevastopulos, yeğeni Zaharoff’un genelevde çalışmasından hoşnut değildi. Yanına aldı. Zaharoff zamanla başarılı olup, dayısıyla ortak oldu. Tefecilik yapmaya başladılar. Galata Borsası’nda oynadılar.Osmanlı maliyesi 1875’te dış borçlarını ödeyemeyip iflas ettiğini açıklayınca Zaharoff, dayısının bir iş için Odesa’ya gitmesini fırsat bildi ve kasadaki paraları alıp Londra’ya kaçtı. Dayısı yeğeninin peşini bırakmadı; İstanbul ve Londra’da dava açtı. Ticari ortaklığını ispat eden Zaharoff, 100 pound karşılığında beraat etti. ATİNA GÜNLERİBu olay sonrasında Atina’ya yerleşti.Zaharoff, Atina’da yaşamını değiştirecek (kendi ailesi gibi İstanbul kökenli) zengin bir işadamıyla tanıştı: Stefanos Skuludis (1836-1928).Gelecekte Yunanistan’ın Başbakanı olacak Skuludis, bu gözüpek soydaşını İngiltere’nin önde gelen silah şirketlerinden "Nordenfeldt Silah Sanayi"nin sahibi İsveçli Torsten Wilhelm Nordenfeldt ile tanıştırdı. Nordenfeldt, sekiz dil bilen iş bitirici-becerikli Zaharoff’tan çok etkilendi. Onu "Doğu İşleri Temsilcisi" yaptı.Zaharoff’un "ölüm tacirliğine" ilk adımını attığı o dönemde; Avrupa, Balkanlar, Osmanlı, Rusya adeta kaynıyordu. 1877’de Yunanistan’ın Osmanlı’ya saldırmak için, asker sayısını 22 binden 44 bine çıkarması Zaharoff’un şansı oldu!Sadece legal yollarla satış yapmıyordu; Balkanlar’da Osmanlı’ya karşı ayaklanan milliyetçi gruplara da gizlice silah satıyordu. Bu arada Osmanlı’ya da silah satıyordu! Çok başarılıydı. 1885 yılında Nordenfeldt’e ortak oldu!HİRAM MAXİMZaharoff’un silah dünyasında hızla yükselmesinin bir nedeni de, 19. yüzyılda savaş anlayışı ve teknolojisindeki büyük değişimlerdi. Savaş gemilerinde buhar enerjisinden yararlanmaya başlanınca güçlü zırhlara ve büyük toplara sahip dretnotlar savaş sahnesine çıktı. Kara savaşları için ise çok daha isabetli ve seri atış yapan silahlar, toplar üretilmeye başlandı.Top üretiminde bir numara Nordenfeldt idi. Ancak:1888’de, dakikada 600 mermi atan dünyanın ilk makineli silahını bulan Amerikalı mühendis Hiram Maxim, Zaharoff’un satışlarını düşürdü. Zaharoff, iş bitiriciliğini burada da gösterdi; mühendis Hiram Maxim’i Nordenfeldt’e ortak etti. Fakat Nordenfeldt şirketinin sahibi İsveçli Torsten Wilhelm Nordenfeldt artık Zaharoff ile başa çıkamıyordu; onun oyunlarından bıkmıştı. 1890’da ortaklığı bozmakla kalmadı, Londra’dan ayrılıp Paris’e yerleşti. Zaharoff yola Hiram Maxim ile devam etti; daha sonra İngiliz Vickers silah şirketiyle ortaklık kurdu. Ve zamanla bu şirketi de tamamen ele geçirdi.OSMANLI’YA DENİZALTI SATTIDünya 20. yüzyıla ordularını yeniden yapılandırarak girdi. Bu modernleşme çabaları, Zaharoff’un zenginliğine zenginlik kattı. Sadece top, mermi, makineli tüfek satmadı; teknoloji geliştikçe o da buna uyum sağladı; artık denizaltı bile pazarlamaya başladı. Dünyada ilk denizatlıya sahip olan ülke hangisiydi dersiniz; Yunanistan.Yanlış anlaşılmasın, Rum Zaharoff için dost-düşman ülke yoktu; Osmanlı’ya da denizaltı sattı, Rusya’ya da!Paranın ne dini, ne milleti vardı!İngilizlerin Afrika’yı sömürgeleştirme operasyonları (Boer Savaşı); Rus-Japon Savaşı; Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı "ölüm taciri" Zaharoff’un olağanüstü para kazanmasına fırsat verdi.I. Dünya Savaşı boyunca Zaharoff, 100 bin makineli tüfek, 2 bin 328 top, 90 bin mayın, 22 bin torpil, 4 savaş gemisi, 3 zırhlı kruvazör, 53 denizaltı, 3 destek gemisi, 62 hafif gemi ve 5 bin 500 uçak sattı! O tüm zamanların en başarılı silah tüccarıydı!Çanakkale Savaşı’nda İngiliz Donanması’na ait birçok zırhlıyı o satmıştı. Boğazda İngiliz gemilerini batıran topları İzmit Tersanesi’nde üretip Osmanlı’ya satan da yine oydu!OXFORD HUKUK DOKTORUTüm bu silah satışları sadece ticari başarıyla açıklanamazdı. Satış patlamaları yapan silah tekelleri, politik gücü de ellerine geçirerek devletler üzerinde denetimlerini artırdı.Zaharoff, Avrupa’nın önde gelen politik isimleriyle yakın dostluk kurdu. En yakını ise İngiltere Başbakanı David Lloyd George idi. Bu gizli ve karanlık ilişki, bugüne kadar hálá çözülebilmiş değildir. Zaharoff, Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos’tan Fransa Başbakanı Georges Clemenceau’ya kadar birçok politikacıya yakındı. İktidara gelmeleri için, onlara para yardımında bulundu. Sahip olduğu radyo ve gazeteler aracılığıyla siyasi destek verdi. Karşılığını da aldı. İngiltere Kralı V. George, onu Büyük Haç Nişanı’yla onurlandırıp "Sir" unvanı verdi.Fransız Cumhurbaşkanı Poincare ise, "Legion d’Honneur" nişanı taktı.İngiltere’nin köklü üniversitesi Oxford bile fahri hukuk doktoru unvanıyla onurlandırdı!Zaharoff, "ölüm taciri" kimliğini saklamak için elinden geleni yaptı: Oxford’a Fransız Edebiyat Kürsüsü, Sorbonne’a ise İngiliz Edebiyat Kürsüsü açtırdı. Balzac Edebiyat Ödülü’nü kurdu.Perde arkasında savaşlar çıkarıp silahlar satarken kamuoyuna şirin gözükmek için oldukça cömert davranıyordu. Ama...Zaharoff’un bu oyununu ve önlenemez yükselişini, Mustafa Kemal önderliğindeki ulusalcılar bozacaktı...MUSTAFA KEMAL TOKADIBİRİNCİ Dünya Savaşı’ndan sonra, Müttefikler, Osmanlı’yı paylaşım konusunda anlaşamadı. İngiltere’nin Mondros Antlaşması’nı bile hiçe sayarak başta Musul-Kerkük olmak üzere petrol kuyularını ele geçirmesi, ABD, Fransa ve İtalya’yı çok rahatsız etti.Üstelik İngiltere’nin Osmanlı’yı işgal planı masa altından da sürdü. Mezopotamya sadece petrol açısından değil, stratejik öneme de sahipti; Mısır-Hindistan yolunun temel halkasıydı. Bu bölgenin güvenliği için Anadolu’nun işgali şarttı.Ancak mali durumunun bozuk olması, ordusunun yorgun düşmesi ve halkının artık barış istemesi İngiliz yönetimini zorladı.Ama çare bulundu: Anadolu’nun işgali için güvenilir "Yunanistan Maşası" kullanacaktı. Bu planın iki "mimarı" vardı: Lloyd George ve Zaharoff.Zaharoff, Venizelos ile Lloyd George arasında mekik dokudu. Bunu salt Yunanistan’ın çıkarı için yapıyor değildi; silah sanayiinden sonra petrol işine de el atmıştı. Bölgede petrol çıkaran "Anglo-Persian" (APOC) petrol şirketinin ortakları arasındaydı. Aynı zamanda Ortadoğu petrollerini taşıyan "Batı Denizcilik Şirketi"nin de ortağıydı!Batı gazetelerine, "Yunanistan’ın, Batı Anadolu’nun gerçek sahibi olduğu" şeklinde haberler yaptırdı. Böylece işgal için Avrupa kamuoyunu hazırladı. Tüm bunların finansörü, Zaharoff’tu.Bitmedi. Anadolu’nun işgali için Yunanlılara silahlar verdi ve Fransa’daki bankası "Seine Bank" aracılığıyla oluk gibi para akıttı.Ama umduğunu bulamadı.Modern silahlarla donatılmış 300 bin kişilik Yunan ordusu, Mustafa Kemal önderliğindeki Kuvayı Milliye önünde yok olup gitti.Bu hezimetten Zaharoff da kurtulamadı; ölçüsüz derecedeki serveti büyük kayba uğradı! Anadolu’da doğan bu "ölüm taciri"nin hayaline, Anadolu evladı son vermişti.Zaharoff, bütün işlerini tasfiye etti; 1925 yılında Monte Carlo’da, üç bin kişinin çalıştığı büyük bir kumarhane satın aldı. Ancak beş yıl sonra kumarhaneyi de satarak Paris’teki şatosuna çekildi.Mutsuzdu...Sadece işini değil en büyük aşkını da kaybetmişti...AGATHA CHRISTIE’NiN ROMANINA KONU OLDUİDDİA odur ki, ünlü polisiye yazar Agatha Christie’ye, "Doğu Ekspresinde Cinayet" romanının konusunu anlatan kişi Zaharoff’tu!Roman, trende gerçekleşen bir cinayetin çözülüş hikáyesini anlatmaktaydı...Zaharoff silah ticaretine yeni başladığı dönemde trenle Paris-Zürih hattında yolculuk yaparken başına ilginç bir olay geldi.Koridorda sigarasını içerken bir genç kadının, "Lütfen yardım edin, kocam beni öldürecek" diye bağırarak geldiğini gördü.Kadını hemen kendi kompartımanına soktu. Ne olduğunu anlamak için koridorda beklemeye başladı. Az sonra saçı başı dağılmış, ufak tefek bir adam sinirle yanına geldi, "Karımı gördünüz mü" diye sordu. Olumsuz yanıt alınca da geldiği gibi gitti.Zaharoff kompartımanına döndü.Kadın bir düşesti; ismi Maria Del Pilar’dı.İspanya Kralı’nın yeğeni Marchena Dükü Francisko of Bourbon’un eşiydi.Zaharoff, Maira Del Pilar’a o gün, o kompartımanda áşık oldu.Aşk karşılıklıydı.Ancak Maria Del Pilar yıllarca boşanamadı; çünkü Katolik’ti.Senelerce Paris, Cenevre, Venedik, San Sebastian’da gizlice buluştular.Marchena Dükü’nün bu buluşmalardan haberi var mıydı bilinmez. Bilinen Zaharoff, 100 milyon mark karşılığında İspanyol ordusunu teçhizatlandırdı!Marchena Dükü ölüp 10 aylık yas dönemi bitince, Zaharoff ve Maria Del Pilar 22 Eylül 1924’te evlendiler. Zaharoff 75, Maria ise 55 yaşındaydı.Evlendiklerinde Maria’nın, biri 35 diğeri 29 yaşında iki kızı vardı!Zaharoff’un bu ilk evliliğiydi.Evlilikleri kısa sürdü; 18 ay sonra Maria Del Pilar kaptığı bir enfeksiyon sonucu hayata veda etti. Zaharoff hayata küstü.Kumarhaneyi sattıktan sonra Paris’teki şatosundan pek çıkmadı.Anılarını yazdığı müsveddeleri ve belgelerini şöminede yakarken gözlerinin önünden acaba bu çalkantılı hayatı mı geçmişti? Kim bilebilir.Zaharoff, 27 Kasım 1936’da hayata gözlerini yumdu.Üzerinde, savaşlarda yaşamlarını kaybetmiş milyonlarca insanın kanı bulunan mirasını, Maria Del Pilar’ın iki kızı paylaştı!Her ne kadar "Sir" unvanı ve "Legion d’Honneur" nişanı alsa da, adı tarihe "ölüm taciri" olarak geçti.Ölüm taciriSir Zaharoff, yaşamı boyunca 31 ülkeden 298 ödül aldı! Zaharoff silah satmak için bir yandan savaş kışkırtıcılığı yaptı; diğer yandan yaptıklarını kamufle etmek için hastaneler kurdu, savaşta dul kalan kadınlara yardımlarda bulundu!